Osmanlı’da Haraç Vergisi Kimlerden Alınır? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Adalet Üzerine Bir Yorum
Bazı tarihî kavramlar vardır ki, sadece geçmişi değil, bugünü de anlamamıza yardım eder. “Haraç vergisi” de bunlardan biridir. Osmanlı’da uygulanan bu vergi, yalnızca bir ekonomik sistemin parçası değil; adalet, aidiyet ve toplumsal düzenin göstergelerinden biriydi. Bu yazıda, haraç vergisini toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet dinamikleriyle birlikte ele alarak, hem tarihsel bağlamı hem de insan merkezli bir bakışı birleştireceğiz. Çünkü tarih, yalnızca yöneticilerin değil, halkın hikâyesidir; kadınların sessiz emeğiyle, erkeklerin analitik düzen kurma çabasıyla birlikte şekillenir.
Haraç Vergisinin Tarihsel Temelleri
Osmanlı Devleti’nde haraç vergisi, esasen gayrimüslim tebaanın sahip olduğu topraklardan alınan bir tür arazi vergisiydi. İslam hukukuna göre Müslümanlar “öşür” öderken, gayrimüslimler “haraç” ve “cizye” gibi vergilerle yükümlüydü. Bu durum, dini kimliğe dayalı bir mali ayrımı temsil etse de, dönemin sosyal düzeninde haraç, sadece bir vergi değil, devlet ile halk arasındaki güven ilişkisinin de sembolüydü.
Haraç, iki temel biçimde uygulanırdı:
1. Haraç-ı mukaseme: Ürün üzerinden oransal pay şeklinde alınırdı.
2. Haraç-ı muvazzaf: Sabit miktarda arazi vergisiydi.
Her iki sistemde de amaç, hem devlet gelirini güvenceye almak hem de üretimi sürdürülebilir kılmaktı. Ancak bu yapının kimin üzerinde nasıl bir sosyal etki yarattığı, bugünden bakıldığında daha derin bir sorgulama gerektiriyor.
Toplumsal Cinsiyetin Görünmeyen Yüzü
Haraç vergisinin kayıtlarında toprak sahipleri genellikle erkek isimleriyle geçer. Ancak tarımsal üretimin görünmeyen kahramanları çoğu zaman kadınlardı. Kadınlar, hasatta, depolamada, hayvancılıkta ve ev ekonomisinde aktif rol alıyor, ancak resmi kayıtlarda adları geçmiyordu. Bu durum, tarihî belgelerin ardındaki toplumsal cinsiyet körlüğünü açıkça ortaya koyar.
Empati odaklı bir bakışla düşündüğümüzde, kadınların o dönemde hem üretimde hem de aile içinde “haraç” benzeri manevi bedeller ödediğini fark ederiz. Onların görünmeyen emeği, devletin vergi sistemini ayakta tutan ekonomik dokunun sessiz kısmını oluşturuyordu.
Erkekler ise dönemin toplumsal yapısında daha çok mülkiyet ve üretim sorumluluğunu taşıyan, sistemin yürütücüsü konumundaydı. Onların analitik, çözüm odaklı yaklaşımları –örneğin üretimi planlamak, vergi yükünü yönetmek veya toprağı verimli hale getirmek– sistemin işleyişini sürdürüyordu. Ancak empati olmadan analitik akıl, adalet duygusunu zedeleyebilirdi; tıpkı adalet olmadan üretimin sürdürülemeyeceği gibi.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Haraç
Osmanlı toplumu etnik, dini ve kültürel açıdan çok çeşitlilik barındırıyordu. Bu çeşitlilik, haraç vergisinin uygulanışında da kendini gösterdi. Gayrimüslimler, bu vergi karşılığında askerlikten muaf tutulur, inanç özgürlüğünü korur ve devletin koruması altında yaşardı. Bu yönüyle haraç, bir tür “sosyal sözleşme” işlevi görüyordu. Ancak modern adalet anlayışıyla değerlendirildiğinde, bu yapı eşitlikten uzak bir hiyerarşi içeriyordu.
Bugün bu sistemi yeniden okuduğumuzda, sosyal adaletin evrimini daha iyi görebiliriz: Eşitlik yalnızca “herkesin aynı vergiye tabi olması” değil, aynı zamanda herkesin aynı fırsatlara erişebilmesi anlamına gelir. Osmanlı’daki gayrimüslimler, sistemin içinde yer alıyor ancak tam anlamıyla eşit yurttaş sayılmıyordu. Bu durum, tarih boyunca “aidiyet” ve “adalet” kavramlarını yeniden tartışmaya açmıştır.
Empati ve Akıl Arasında Denge Arayışı
Kadınların empatiyle örülü toplumsal katkısı ile erkeklerin düzen kurucu aklı birleştiğinde, toplumda denge ve dayanışma oluşur. Haraç vergisinin ardındaki tarih, aslında bu iki gücün dengesizliğinde şekillenmiştir: bir yanda üretimden doğan yükü paylaşan sessiz emek, diğer yanda sistemin adaletini sağlamaya çalışan devlet aklı.
Bugün bu dengeyi yeniden kurmak, geçmişten alınacak en önemli derstir. Çünkü adalet, sadece vergiyle değil, fırsat eşitliğiyle mümkündür.
Birlikte Düşünelim
Tarih, sadece geçmişi anlatmaz; bugünü anlamamız için konuşur.
Peki biz bugün aynı hataları farklı biçimlerde mi yaşıyoruz?
Kadınların görünmeyen emeği modern ekonomide hâlâ “haraç” benzeri bedeller mi ödüyor?
Devlet, vatandaş arasında adil bir paylaşım mekanizması kurabiliyor mu?
Çeşitliliği korurken eşitliği nasıl yeniden tanımlayabiliriz?
Bu soruların her biri, tarihle empati kurmanın ve adaletin toplumsal cinsiyetle nasıl kesiştiğini anlamanın bir yolu. Osmanlı’da haraç vergisi kimlerden alınırdı sorusu, aslında şu an bizi şu başka soruya götürüyor: “Bugün adaleti kimden alıyoruz, kime veriyoruz?”